1 Ağustos 2010 Pazar

Persona

1966 yapımı bir Ingmar Bergman filmi Persona. Bergman filmi olduşundan mütevellit yine psikanaliz, yine ahlaki değerler, yine Bibi Andersson, yine Liv Ullmann. Hiç ses çıkarmadan dünya kadar şey anlatan bir film.

Öncelikle "persona" nedir ona bir bakalım: Kelime anlamı olarak "maske". Aynı zamanda analitik psikolojinin kurucusu Carl Gustav Jung tarafından ortaya atılmış bir kavram. Jung'a göre insanların yaşam alanlarına, çevrelerine, ortamlarına göre farklılık gösteren personaları olabilir. Bazı çevreler, diğer çevrelerde sergilenen duyguların bastırılmasını zorunlu kılıp başka duyguların ön planda yeralmasını isteyebilir. Kısaca bir insan gün içerisinde bile bir ortamda diğerindekinden taban tabana zıt bir kimliğe bürünebilir. Sorun, hangisinin kişinin gerçek kimliği olduğudur.

Film bir ders gibi. Açılışındaki ilk beş dakikada zaten birşeyler olacağını anlıyorsunuz psikanalizle ilgili. Psikanalizin eğildiği ne kadar tema varsa bir resmi geçit yapıyor gözlerimizin önünde. Film hakkında aslında dahasını söylemek spoiler vermek olur. Rahatlıkla söylenebilecek birşeyler varsa onlar da film boyunca kişilik bölünmesi, depresyon ve paranoya hakkında ders alacağımız, mükemmel oyunculuklar izleyeceğimiz, görsel anlamda zamanının çok ötesinde sahneler izleyebileceğimizdir; özellikle 1:11:20'de sonlanan sahne.

Değinmeden geçemeyeceğim; Bergman yine kırmış geçirmiş. Varoluş üzerine söyleyecek şeyleri her zaman var zaten bu adamın. İnsanların kendilerindeki sınıf farkı algısına vermiş veriştirmiş; insanları statülerinden arındırıp ortak yönleriyle ele almış. Bunu yaparken de uyarmış; izleyicinin gözüne sokarak "geliyor şimdi eleştiri" demiş ( Alma: "Elleri kıyaslamak uğursuzluktur, bilmiyor muydun?). En değişiği de, bir tabu olarak ahlakın değerinin ancak sınırları aşıldığında anlaşılabileceğini vurgulamış yine. Bergman filmleri ahlakı gereksiz bir tabu olarak görüyormuş, yerden yere vurmayı görev edinmiş gibi bir his yaratır ilk kez izleyenlerde. Tam bir Freud öğrencisidir bu konuda: "Cinsellik bir tabudur, korunmalıdır; ama cinselliğin ne kadar önemli ve korunması gereken bir tabu olduğunu ancak o tabuyu yıkarak öğrenebilirsiniz ki; bu yıkılan tabu ruhunuzu savunmasız bırakmadan tekrar inşa etmelisiniz." Zaten bu tabunun yıkılmış ve zamanında tamir edilmemiş halini de "Tystnaden - Sessizlik" filminde işlemiş, o da bir not olsun.

Son olarak; niye izleyelim bunu derseniz insan beyninde ve ruhunda müthiş ve yoğun bir yolculuğa çıkmanız için derim; bir buçuk saat bile değil. Bir başka neden Bibi Andersson'un güzelliği olabilir ki, çok da geçerli bir neden olur. Bir de İskandinav filmlerindeki o durgunluğun, durağanlığın bir gelenek olduğunu, sonradan ortaya çıkmadığını görmek için izlenebilir. Niçin bu filmi izlemeyelim diye soranınız olursa da son derece durgun olduğu ve çok fazla metafor içerdiği için izlemeyin diyebilirim. Bu nedenlerle bu filmi seyretmeyecek olanlar için önerim Fast and Furious, Matrix, Borat falan.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder