17 Eylül 2010 Cuma

We Were Soldiers - Bir Zamanlar Askerdik


2002 yılında gösterime girmiş bir Randall Wallace filmi We Were Soldiers. Savaş karşıtı bir film oluyormuş kendisi, öyle söylemişlerdi çıktığında. Son yirmi yıldaki tüm savaş filmleri savaş karşıtı film oldu zaten.

Savaş filmi savaş filmidir kardeşim. Savaş karşıtıysan, savaş filmi yapmazsın. İnsanları savaştan soğutma amaçlı film yapamazsın. Zaten savaş karşıtı olan adam, savaş filmine de gitmez, savaş karşıtı filme de. Senin çektiğin savaş karşıtı filme kana susamış, havada uçan kollar bacaklar seyretmek isteyen adamlar geliyor zaten. Ben de o yüzden izliyorum. Şiddet için. Bakalım ne kadar iyi yapmışsın şiddeti?

Daha sonra Ölüm Vadisi olarak adlandırılacak olan gözleri bozacak derecede yeşil ve huzurlu bir bölgesinde geçiyor Vietnam'ın. Barış ve huzur götürmek için bu topraklara ayak basan 400 genç ve cesur Amerikan baba, oğul ve kocanın 2000 sinsi, yaygaracı ve toprakta yetişmiş anasız babasız Vietnam askerine karşı verdiği mücadeleyi anlatıyor film. Savaş karşıtlığı ile ön plana çıkan bu yapımda bolca da "Ya biz Amerikalılar ne kadar yüce insanlarız; bir karşılık beklemeden dünyanın her yerine barış götürmek adına karımızı çocuğumuzu evde bırakıyoruz, ölüyoruz falan kıymetimizi bilseler bari" mesajı alıyoruz. Sürekli bir "Hanımla çocuğa selam et benden, bayramda merazırımı ziyaret etsinler, üç Kulhüvallah bi Elham okusunlar" türünden sömürü. Spoiler vermek gibi olmasın; napalm bombalarıyla, ağır makineli tüfeklerle bayağı bir barış getiriyorlar filmin sonunda.

Bu kadar bahsederek hakettiğinden kat kat fazla bahsettiğim bu filmi ne için izleyelim diyen olursa verecek pek olumlu bir yanıtım yok. Kariyerinin en şevksiz Mel Gibson'ını, kariyerinin en iğreti rolünde Greg Kinnear'ı ve tam da ufak bir ivme yakalamış, gözlerimiz her yeni filmde yavaş yavaş aramaya başlamış Barry Pepper'ın çöküşünün nasıl başladığını görmek için izleyebiliriz. Yönetmense sadece birkaç görsel fikir üzerine çekmiş bu filmi; orası çok belli. Onları da izleyin (napalm sahnesi, havan topunun soğutulması, işaret fişeği sahnesi...). Ya da izlemeyin, daha iyi olur. Fragmanını izleseniz yeter de artar.

8 Eylül 2010 Çarşamba

Spartacus: Blood and Sand


2010 yılının en gözde dizisi konumunda Spartacus: Blood and Sand. Starz diye bir firma yapmış dağıtımcılığını. Yani benim başta sandığım gibi HBO dizisi değilmiş. Zaten birkaç bölüm sonra da anlaşılıyor HBO dizisi olmadığı.

Şimdi, Spartacus'ü duymayan yoktur herhalde. Koskoca Roma'ya baş kaldıran köle. Hikayesi oldukça sıradan bir hikaye olarak başlıyor; Roma'da köle olarak hizmet vermiş diğer tüm insanlar gibi. Gerçek Spartacus'un hikayesini ilginç yapan, farklılaştıran; isyan ettikten sonra ortaya koyduğu performans. Hem fiziksel becerisi, hem de toplulukları ardından sürükleyebilmesi; gladyatörlerin arasından çıktığı sıradan insanların çok ötesinde. E bu adamın da tarihi gerçeklere bağlı kalarak (artık ne kadar gerçek biliniyorsa) filmi yapılmış zaten. Hem de öyle bir yapılmış ki; başrolünde Kirk Douglas oynamacasına, dört Oscar almacasına. Peki, gerek var mı bir de diziye?

Filmi çekilmiş, aradan ta elli sene geçmiş. Niye kurcalarsın ki? Aslında kurcalamanın nedeni belli: İçerik; bol bol gladyatör, bol bol entrika, acı intikam, fakirler ve sürekli iç içe yaşadıkları inanılmaz zengin insanlar. Ne demek oluyor bu? Şimdi, bol gladyatör, bol bol çıplak erkek vücudu demek oluyor ki bu da bayanları çekmek için tarihi yapımlarda bir numaralı kuraldır. Yoksa izlemez bayan seyirci. Sıkılır. Ancak İngilizlerin tarihiyle ilgili birşeyler olursa işte. Kontesler, düşesler, kraliçeler falan olursa o şekilde. Bol entrika, bir sonraki bölüme kadar seyircinin kafayı yemesi demek. Dizi mükemmeldir, ama bölümün sonuna hiç de s.kimizde olmayacak bir merak unsuru koyarlar; sonra da soğuturlar diziden. Spartacus'de öyle bir hataya düşmemişler. O iyi. Acı intikam, seyircinin sadece bir sonraki bölümü değil, dizinin ta en sonunu merak etmesi için gerekli bir unsur. O zaten hikayenin doğasında var. Fakirler ve zenginlerin sürekli iç içe, aynı karede olması da seyircinin diziye an be an bağlanmasını sağlayan bir diğer unsur; çünkü seyirci taraf oluyor. Zengin = para pul içinde ne b.k yiyeceğini şaşırmış, fakiri ezmek için kullanıyor parayı sadece (özetle, basitçe bu). Şimdi tek tek ele aldığım bu unsurların hepsini bir araya getirip düşünelim bir de: Bol bol gladyatör, bol bol entrika, acı intikam, fakirler ve sürekli iç içe yaşadıkları inanılmaz zengin insanlar. Ne çıkar buradan? Tabii ki seks! Allah'ım, ben böyle fantaziler, böyle pozisyonlar görmedim. Geçtim zaten HBO'yu, Brazzers gibi, Naughty America gibiydi dizi.

Kısaca, daha birkaç yıl önce misler gibi Rome izledik. Tarihi gerçeklere bağlı kalmış olmasına, minimum aksiyon ve s.kiş barındırmasına rağmen mest etmişti. 300'de kullanılan teknolojiyi kullanıyoruz diye, sağda solda kafaların kolların uçuştuğu, milletin ulu orta s.kuştuğu birşeyler mi çekmemiz lazım? Cesur ve Güzel gibi olmuş zaten konusu da. Gerçeklerle alakası yok. Kardeşim, ben bu diziyi doğla olarak Rome ile karşılaştırırım. E olmamış. Rome Godfather'sa, Spartacus: Blood and Sand ancak Running Scared olabilir. Hayır, ben Running Scared kötü bir film demiyorum ama Spartacus'ün dizisini çekeceğim dersen, böyle popüler kültür öğelerini kullanamazsın hacı. Kullanırsan, aynı bu örnekteki gibi çektiğin dizi Spartacus olmaz. Başka birşey olur.

Son olarak, bu diziyi kimler izlesin biliyor musunuz? Tarihi dizi izlemeyi sevmeyenler izlesin. Olayları belli dönemlerin gerçeklerine göre değerlendirmeyi sevmeyenler, "O zamanın parasıynan ellibin marka aldıydıh" gibi cümleler zihninde hiçbir anlayışı tetiklemeyenler izlesin. Konulu porno sevenler izlesin. Dayak - dövüş - kan sevenler izlesin. Bir de "Lucy Lawless kalas gibi karı lan, erkeğe benziyo" diyen aq evlatları izlesin de, kapak olsun. Bunlar dışında beklentileri olanlar izlemesin. Eğer bu beklentilerle izlerseniz müthiş bir dizi. Yok, ben Spartacus izleyeceğim diyorsanız bi 50 sene daha beklersiniz.