3 Ağustos 2010 Salı

Tystnaden - Sessizlik

---İzledikten sonra okunsa daha bir iyi gibi sanki---

1963 yapımı, adı gibi sessiz sedasız bir İngmar Bergman filmi Tystnaden. Bu adamcağızda bir rahatsızlık var; romanla hatta şiirle bile anlatılamayacak komplike duyguları ve psikolojik olayları konu alma. Bu nedenle herhangi bir Bergman filminde kendinizi başrolde görebilirsiniz; bir kadın olsa da Ester karakterinin bana benzerliğini görünce dehşete kapıldım. Kendisine ait bir resim görmedim henüz ama sanırım bu filmi çekerken bütün saçlarını yitirmiştir. Zaten Bergman filmlerinde her zaman (3 film izledim artislik yapıyorum, evet) spesifik karakterler vardır ve ruh hallerine yolculuk yapılan bu karakterlerin psikolojileri çok matematikseldir; her davranışın altında gizli bir neden vardır, her deneyim bir huyu tetikler, bıdı bıdı. Bununla birlikte, karakterlerin davranışlarının farklılıklarını ise algıları belirler. Yazarken bile anlamakta zorluk çektiğim bu "şey"i Bergman yemiş bitirmiş ve bunu karakter üretmek için basit bir yöntem olarak kullanmış filmlerinde. Şimdi bu savın ışığında filmin ana fikrini anlatmayı deneyeceğim; "kısaca" şöyle:

"İletişim kurmak insan için temel bir ihtiyaçtır fakat bu ihtiyacı görmezden gelmek d
e bir tercihtir. Herkesin kendine özgü bir iletişim kurma biçimi vardır ve bu biçim insanların birbirlerine olan tahammüllerini etkileyen birincil faktördür.

Sevginin en saf biçimi beklentisiz, çıkarsız olandır ki bu sevgi asla karşılıklı olmaz. Seven kişi hayatının düzenini sevdiğine faydalı olmak ve onunla birlikte olmak için değiştirmeye hazırdır veya halihazırda değiştirmiştir; bu yüzden bu tek taraflılık, seven kişinin (A kişisi) haksızlığa uğramış hissetmesine yol açar ve umutsuzluğa sürükleyip saldırganlaştırır. Sevilen kişi (B kişisi) için gördüğü ilgi fazla gelecek, yoğun ilginin altında bir çıkar arayıp bulamayınca o da agresifleşecek ve gördüğü ilginin yoğunluğu yerine A kişisinin agresifliğine odaklanıp ilgi algısının yerini nefret algısıyla dolduracaktır. B'yi bunalıma sürükleyen, gördüğü ilgiyi hak etmediği düşüncesidir fakat bu durumu kabullenemeyişini A'nın kibirli oluşu ilüzyonuyla örtmeye çalışır: A, B'nin kendisine zarar veren hareketlerini tanımlamakta, bu hareketlere son vermesi için telkinlerde bulunmaktadır; yani B'yi kendisinden daha iyi tanıdığını iddia etmektedir ki, bu kibirdir B için. B kendisini aşağılanmış olarak görmeyi tercih edecek, kolayına kaçacaktır. Burada A iletişim kurmak isteyen taraf, B ise iletişim kurmaktan delicesine kaçan taraftır. A'nın iletişim kurma isteği karşı tarafın engeline takıldıkça A bunalıma girecektir. B ise iletişim kurmamak adına aşırı hareketlerde bulunacak, kendi dikkatini dağıtmak için çaba sarfedecektir. Kendi zararlı hareketlerinin zararlarını kabul edecek fakat bu hareketleri ortadan kaldırmayı reddedecektir; B bu hareketlerini kişiliğinin birer parçası olarak göstermeyi seçecektir ve bunu yaparken şiddetli yollara baş vuracaktır. Bu B'nin amacına hizmet eden bir savunma mekanizmasıdır çünkü A'nın temel isteği gösterdiği ilginin karşılığını beklemekse de, kendine koyduğu amaç B'yi kendi kendisiyle hesaplaşmaya zorlamaktır. B'nin ilgisini kaybetmek, öngörmediği bir sonuç değildir ve bunu kabullenmeye çalışacaktır (ama başarısız olacaktır). Kısacası B'nin kaçmaya çalıştığı A değil, kendisidir. A, B'nin kendi benliği ve vicdanıyla arasında köprü olma görevini üstlenmiştir ama B, kendisiyle karşı karşıya gelmekten korkmakta, kendisiyle hesaplaştığında borçlu çıkacağını bilmektedir.

A'nın ilgisi, karşılık göremeyişinden ileri gelen sert tavır ve B'yi kendisiyle hesaplaştırmada başarısızlık; B'nin eline A'yı suçlamak için yeni bir koz verecektir: Yargı. B, A'yı kendi değerlerini yargılamakla suçlayacak, A'yı ötekileştirmeye çalışacaktır. A ve B'yi çözümsüzlüğe itecek olansa, iki tarafın da kendisinin nerede haksız olduğunu görememesi durumudur. A haklıdır; B hareketlerinin zararını görecektir ve bunun önüne geçmek için çabala
makta, b'nin acı çekmesini veya kaybetmesini engellemeye çalışmaktadır. B haklıdır, hiç kimsenin bir diğerini yargılamaya hakkı yoktur, yargılamak kişinin özgürlüğüne müdahale etmektir. Ancak kişilerin duygularının net bir şekilde birbirlerine iletilmesi durumunda iletişim sağlanabilir: A, B'nin acı çekmemesi için çabalamaması gerektiğini anlamalıdır; B öğrenmek için acı çekmek ve defalarca kaybetmek zorundadır; hatta belki hiç kazanamayacaktır. B, A'nın amacının saflığını anlamalı, bir yargıyla karşılaşmaktan korkmak yerine kendi iyiliği adına A'nın fikirlerine kulak vermelidir."

"Özet geç piç" dediğinizi duyar gibi oldum ama bu bir İngmar Bergman filmi. Adamın aklını alır aklını. Burnumdan beyin sıvım akarak yazdığım bu yazıdan birşeyler anlayıp beğenen olursa çok sevineceğim, çünkü yazdıklarımdan hiçbir şey anlamadım. Kafa bırakmadı bende.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder